Salı, Ağustos 23, 2011

Otobüste yapılmaması gereken 6 şey

Bugün otobüste gelirken aklımdan geçen bu 6 şeyi tek bir otobüste görünce, bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim.

1- Yağlı, jöleli vb. kafanızı lütfen o camlara dayamayın. Ya şehirler arası otobüslerde başınızı cama yaslamanızı anlarım, ama şehir içinde ne alaka? Bir de o izler kalıyor... İğrenç.

2- Otobüs kalabalıksa koltuklarda 2 kişilik alana oturmayın. Özellikle arka beşli koltukta bunun örneği çok sık görülüyor, millet siz bir yerlerinizi yayacaksınız diye ayakta beklemek zorunda değil. Lütfedip azıcık kenara kayın.

3- Ayakta duruyorsanız eğer koridoru ortalayarak durmayın. Koltukta oturanlara yapışın demiyorum, o ayrı bir maddenin konusu ama insanlar arka kapıya ulaşmak için mücadele gösterirken tam ortada durup insanlara matematiksel hesaplar yaptırmayın. ("Buradan nasıl geçerim, şöyle yapsam dengemi sağlar mıyım?" vb. gibi.)

4- Ayakta duruyorsanız koltukta oturana yapışmayın, hava alacak alan bırakın.

5- Eğer tacizci değilseniz karşı cinsin yanına oturmanız da hiçbir sakınca yoktur, boş koltuklar varken salak gibi ayakta dikilmeyin. Yanınızdakini kenara sıkıştırmayacak şekilde gidin oturun, karşıdaki de muhtemelen sizi yemeyecektir korkmayın.

6- Hemen gidip koridor kenarındaki koltuğa oturup başkaları bindiğinde ve arabada yer olmadığında orada sap sap durmayın, ya pencere yönüne kayın ya da insanlara geçmeleri için alan bırakın.

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

Kitaplar ve Filmler - 1

14 Ağustos 17.00


Herkese merhabalar. Ne okuduğumu ya da ne izlediğimi yazmak, bunlarla ilgili yorum yapmak çok uzun zamandır aklımda olan bir fikirdi - blogu açtığım zamandan kalma - ama bir türlü denk getirip yazmadım. Ha şu ilk cümleleri de 5 gün önce yazmıştım, sanırım yazamama sebebim bu.

19 Ağustos 14.15


Dün geceden beri garip bir mutluluk & heyecan karışımı bir duygu yaşıyorum ama nedenini çözemedim. Yaklaşan sınavlar, oruç tutmak, yakında internetsiz kalacak olmam, Lineer Cebir' den kalacak olma ihtimalim vs. çokta eğlenceli günler yaşamıyorum ama mutluyum huzurluyum. Garip. Ha birde ben blogu yazıp yayınlayana kadar açıklarlar mı bilmiyorum ama üniversitelere yerleştirme sonuçları konusunda çok heyecanlıyım. Bana ne oluyor onu çözebilmiş değilim, çözen varsa bi haber etsin. Umarım istediğiniz yerlerde olursunuz, bunu cidden tüm kalbimle istiyorum. Ayrıca bu yaz aklıma gelen bir fikirle seneye sınava girip tekrar şansımı denesem mi gibi saçma düşüncelere sahibim, bölümümü seviyorum ama üniversite değiştirsem güzel olur mu düşüncesi yaşıyorum. Amaaan bu yazının kitap ve filmlerle alakası olması gerekiyordu. Zaten blogun adını da "Bir Şizofrenin Seyir Defteri" yapacağım. Neyse.

21 Ağustos 17.15


Tarihlerden anlaşılacağı üzere sıkılmadan bir işi yapabilme kabiliyetim (!) açıkça görülüyor. Bu konuyla ilgili ne yapılabilir, yapılabilecek bir şey varsa eğer ben yapabilir miyim bu soruların yanıtlarını çok merak ediyorum. Hani duyan, bilen, aynısını yaşayan varsa haber etsin. Konuyu hemen başlığa çevirmek istiyorum. Bu aralar filmlere sarmış vaziyetteyim. Ha bu sözümden günde 2 film devirdiğim anlaşılmasın, haftada 2-3 tane izliyorum. Benim için büyük muhtemelen insanlık için küçük bir adım bu. Film kültürüm yerlerdeyken onu toplamaya çalışıyorum işte.

Geçtiğimiz haftalarda bir Matematik 2 dersinde sıkılıp aniden Transformers 3' e gitmeye karar verdik. 3D değildi ama yine de sinemada izlemek ayrı. Zaten sadece 4 kişiydik bütün salonda; ben, ablam, Emrah ve Emre. Filmde en çok gözüme batan hanım ablamızın film boyunca çığlık atması, bir ara savaşın ortasında sihirli bir şekilde ayakkabılarının değişmesi, hiç yara bere almadan o yıkılan binadan falan çıkması, topuklu ayakkabılarla maraton koşması ve en son Megatron'a beylik sözler sıralamasıydı. Evet o hanım abla filmde olmasa olurdu bence, Megan Fox' u aradı gözlerim. O diğer Prime' ın hain planlarını hiç sevmedim, sorunlu mudur ne? Neyse filmi izleyeli baya oldu o yüzden burda kesiyorum.

Gelelim 127 Saat' e. James Franco diyorum başka bir şey demiyorum. Hikayenin gerçek olması filmi izlerken ayrı bir hava yarattı. Aron Ralston' daki yaşama azmi cidden takdire şayan. Filmle ilgili detay vermek istemiyorum ama izlemediyseniz kesinlikle izlemelisiniz.

Av Mevsimi - Bu filmi uzun süredir izlemek istiyordum ama bir türlü kısmet olmamıştı, geçenlerde bütün uygun koşulları sağlayıp izledim. Sonu benim için bir parça hayal kırıklığı olsa da, kadrodaki oyuncuların hatırına izlenmesi gerekir diyorum.

X-Men: First Class - Bu seride sadece Wolverine filmini izlemiştim daha önce, diğer filminin de bir kısmına bakmıştım fakat First Class gerçekten çok iyiydi. Dün akşam büyük bir plazma tv de izleme şansı yakaladım James McAvoy karakter olarak beni çıldırtsa da çok iyiydi. (James' lerde özel bir durum var sanırım, hepsi süper.) Profesör X' in (bkz. Charles Xavier) "her şey iyi olacak" ve "aman kimseyi öldürmeyelim biz iyi insanlarız ah pardon mutantlarız" tavrı çok sıkıcıydı. Magneto adamımsın diyorum sadece.

Arada muhtemelen unuttuğum 1 - 2 film daha var ama n'apalım, kötü hafıza. Kitaplara dönecek olursak, öyle çok değil ama elimde okunmayı bekleyen 2 kitap var. 1 tanesi ise bitti.

Adam Fawer' ın Olasılıksız' ını 10. sınıfta okuma şansı bulmuştum, yaklaşık 6 saat gibi bir sürede bitirdiğimi hatırlıyorum. Fakat üniversitede geçen 1 yılın ardından kitabın benim için ne kadar değiştiğini görmek istedim ve kitaptaki fizik açıklamalarını tekrardan okumak istiyordum, sonuçta okul kütüphanesinden aldım kitabı. Sanıyorum ki 2 - 3 gün gibi bir sürede bitti ve kitap tek kelimeyle MUHTEŞEMDİ. Ayrıca aklıma geçtiğimiz güz dönemindeki Algoritma ve Programlama dersi geldi. Necdet hoca sormuştu: "100 tane kapımız var, birisi ödül kapısı. Sunucu sizden 1 kapı seçmenizi istiyor ve sonra teker teker diğer kapıları açtırıyorsunuz. Şans o ya, ödül kapısı son 2 kapıya kadar duruyor. Sunucu kapıları değiştirme şansı sunduğunda  her kapıda ödül olma olasılığı % kaç olur?" Tabi ki olaya 2 kapı üzerinden baktığımızda şans kapı başına %50 ve itiraf edin çoğunuz kapısını değiştirmek istemezdi. Ama ilk durumdan itibaren koşullar hiç değişmediğinden bizim seçtiğimiz kapıda ödül olma ihtimali %1 ve diğer herhangi bir kapıda ödül olma ihtimali %99. Yani kapıları değiştirmek olasılık olarak çok daha mantıklı bir karar. İlginç değil mi?

Uzun süredir Stephen King' in sade ve sadece 1 kitabını okumuş olmam ve bu kitabın çokta tanınmış olmaması konusunda eleştiriliyordum. Bu sebeple biraz Stephen King okumanın iyi olacağını düşünüp kütüphaneden Yeşil Yol kitabını aldım. ( Aynı şekilde hala Yeşil Yol filmini izlemediğim içinde çok eleştiriliyorum. ) Şu an için başlarındayım ve kitap gerçekten çok güzel gidiyor. Yarın Matematik 2 finalini atlattıktan sonra ilk işim kitabı bitirmek olacak. Filmiyse kitap bittikten sonra izleyeceğim.

Ejderha Dövmeli Kız - Bu kitabı henüz okulda bahar dönemi bitmemişken almıştım ama aynı anda aldığım Bahar Tanrıçası ve Ölü Ruhlar Ormanı' nı okuduktan sonra yaz okulu, düğün, vizeler, finaller derken pek zaman kalmadı okumaya. 183. sayfasında kaldım, hala bitirilmeyi bekliyor. Kitap arka kapakta anlatıldığı kadar muhteşem değil en azından ilk 200 sayfada değildi, ama aksiyonun yeni yeni başladığını hissediyorum. Bunun da filmi varmış ,sonradan öğrenmiştim, onu da kitap bittikten sonra izlemeyi düşünüyorum.

En son aldığım kitapsa Açıklamalı Algoritma Soruları ve Çözümleri. Çok heyecanlı duruyor ismi, değil mi? Onu da Lüleburgaz' a döndüğümde okumayı planlıyorum. Aksiyonun nefesimi keseceğine eminim.

Bu arada bugün olan Lineer Cebir finali berbattı. Söylenecek fazla bir şey yok. Önümüzdeki senelere bakacağız artık.

Cumartesi, Ağustos 13, 2011

Yaz Okulu - Nasıl devam ettiğin daha önemlidir.

Aslında bu yazıyı 1 hafta önce, yaz okulunun ortalarında yazmayı planlıyordum. Fakat Matematik 2 vizesini ayın 11'inde olmamız sebebiyle onun geçmesini bekledim. Yaz okuluna gelmek bir hata mıydı, buna değecek mi bilmiyorum açıkçası. Yazımdan fedakarlık ettim, paramdan fedakarlık ettim, ailemden fedakarlık ettim. Bunlara karşılık Lineer Cebir I dersinde normal ders sayısının 2,5 katını, Matematik 2 de 3 katını görüyoruz. İşlemediğimiz konular işleniyor, bilgisayar mühendisliğinde olduğumuz için hocalar her şeyi yaparmışız gözüyle bakıyorlar bize. Yapabilsek orada olmazdık, haksız mıyım?

Durum değerlendirmesi yapmak gerekirse Lineer Cebir' de normal okul döneminden daha kötüyüm ya da kötü değilim ama sevgili İlhan hocamızın 1 gün önce anlattıklarından vizede sorması sebebiyle ,ki o konuları bahar döneminde görmemiştik, vizem berbat geçti. 10 civarı bir not bekliyorum. Gerçi üniversiteli olduğumuzdan beri finalde 90 üstü almanın geçmeyi garantiliyor olması gibi bir durum var. O notu alabilir miyim emin değilim ama henüz o dersten vazgeçmişte değilim. Matematik 2 ise hiç çalışmamış halimle çok iyi geçti. Erdoğan Hoca' nın anlatımı bir kere çok iyi. Derste anlattıklarına "Ne anlatıyor bu adam?" demedim hiç ,ki bu benim için çok önemli bir adım, ayrıca ilk çözdüğü örnek sorudan sonra diğer soruları da çözebiliyorum. Çalışsam çok rahat 90 alabileceğim bir vize olduk. Bugün sınav sorularını çözdü ve 50 puan garantim var. Üstü için hocanın not verme kabiliyetine bakacağız artık. Ama vizemin iyi geçmesi çok iyi bir moral oldu. En azından Matematik 2'ye asılıp BB gibi bir not getirmeyi düşünüyorum. Gelecek bir BB not ortalamama inanılmaz bir etki yapacaktır.

Vizeleri geçersek derslerde durum idare eder. Sürekli derse girmeme fikriyle aklım çelinse de Lineer Cebir'de ki kısıtlı devamsızlık imkanı ve Matematik 2' de de ders kaçırırsam toplamam zor olacağı için derslere düzenli olarak devam ediyorum. Matematik 2' de bahar dönemine ek olarak Seri-Dizilerin eklenmesi, Lineer Cebir' de ise uzayların çok ayrıntılı olması sinir bozucu olsa da sanırım hocaların bu tutumuyla elimizden bir şey gelmeyecek.

Bu aralar kütüphaneye sık uğramaya başladım. Gerçi aldığım Programlamaya Giriş ve Algoritma kitabının daha kapağını bile açamadan 7 gün gecikmeli iade etmem bunun pek bir işe yaramadığını gösteriyor. Bugün Stephen King' den Yeşil Yol kitabıyla Adam Fawer' ın Olasılıksız' ını aldım. Olasılıksız' ı daha önce okumuştum ama okuduğum zaman 11.sınıftaydım, geçen zamanla birlikte kitabın benim için daha farklı olacağını sanıyorum. Bunlar dışında daha elimde bitirilmeyi bekleyen Ejderha Dövmeli kız ve Goddess of the Rose var. Bunların hepsini bitirebilir miyim, evet bitirebilirim. Ama bitirir miyim, işte asıl sorun burada sanırım. Neyse... Bu yazının devamı finallerden sonra gelecek. İsmini de "Yaz Okulu  - En önemlisi nasıl bitirdiğindir." yapmayı düşünüyorum. Son günlerde neler izliyorum diye bir yazı mı yazsam diye düşünüyorum şu an. Eğer yazarsam bunu fark edeceğinize eminim. Sanırım şimdilik bu kadar. Evet, saygılar hürmetler.

Pazar, Ağustos 07, 2011

Bunalımın Eşiğinde Olmak

Aslında bir süredir içimi kemiren bir soruyla sonunda yüzleştim. "Başkalarının hayatı neden beni ilgilendiriyor?" Böyle söyleyince çok duygusuz ya da taş kalpliymişim gibi geliyor kulağa. Sonuçta izlediklerim arkadaşlarımın hayatları. Ama benim anlatmaya çalıştığım şey; çok yakın olmadığım insanların sevgilileri, aldıkları ya da alamadıkları şeyler, çektikleri fotoğraflardan banane. Bunları biliyor, görüyor olmam bana ne kazandırıyor? Kaybettirdiği şey zaman ama kazandırdığı şey ne? Neredeyse kayda değer hiçbir şey. Bir neredeyse için bunlar değer mi?

Bunun diğer açısı ben neden bir şeyleri paylaşıyorum? Neden? Canımın sıkılıyor olması ya da bunalıma girmiş olmam ya da mutlu olduğumdan başkasına ne? Bilmesi gerekenlerin zaten bunları biliyor olması gerekmez mi? Şu anda neden bunu yazıyorum? Neden bunu blogumda yayınlayacağım? Neden paylaşacağım bunu? Benim içsel muhabbetim neden herkesin görebileceği bir yerde?

İnternet müthiş bir bilgi kaynağı, kabul. Ama benim birilerinin yorumlarını okumam, almayacağım şeylerin özelliklerine bakmam ne alaka? Bunlar yerine derslerim ya da kendi alanımla ilgilensem daha iyi olmaz mıydı? Deliriyor muyum? Yoksa zaten bir deli miyim?

Evren nasıl meydana geldi sorusunu geçtim artık, neden biz yaratıldık? Bu soruyu soruyor olmamla birlikte cehenneme tek yön gidiş bileti kazanmış mıyımdır? Sahi, cehennem niye var? İnsanların böyle yaratılmış olması bizim suçumuz mu? Allahım neler diyorum ben böyle? Saçmalıyorsam 0536 657 XX XX numarasına bildirir misiniz? Olmadı ztugcesirin@gmail.com adresine mailde atsanız olur. En kolayı yorum yazıp çok fena saçmalıyorsun, kendine gel diyebilirsiniz. Nasıl çıldırdım diye bir yazı dizisine mi başlasam acaba? Kendimi bir gökdelenin en üst katında kapıların kilitli olduğu bir yerde kapana kısılmış gibi hissediyorum, saygılar.

-Tuğçe